18 Ekim 2013 Cuma

Süleymaniye'nin Güzelliği, Beş Şehir- 15. bölüm


Ne kadar çok hâtıra ve insan... Niçin Boğaz'dan ve İstanbul'dan bahsederken bütün bu dirilmesi imkânsız şeylerden bahsettim. Niçin geçmiş zaman bizi bir kuyu gibi çekiyor? İyi biliyorum ki aradığım şey bu insanların kendileri değildir; ne de yaşadıkları devre hasret çekiyorum. IV. Mehmed'in saltanat kayığının bir masal kuşu gibi altın ve mücevherden pırıl pırıl, lâcivert suları yırta yırta Kandilli'ye yanaştığını görmek yahut doğduğum yılların İstanbul'unda bir ramazan sergisinde -başımda fes, sırtımda pardesü, bir elimde kuka teşbih, öbüründe ucu altın saplı baston ebediyete Ah-med Rıza Beyin tasvirlerinden yadigâr kalan çok düzgün kesilmiş bir sakalla- birbirine karışmış gül yağı, tarçın yağı, her türlü baharat kokusu içinde dolaşmak, beni ne dereceye kadar tatmin edebilir? Hattâ Kanunî'nin, Sokullu'nun İstanbul'unda bile on dakikadan fazla yaşayamam. Böyle bir şey için ne kadar kazanca göz yummak, benliğimden ne mühim parçaları kesip atmak lâzım. Süleymani-ye'yi yeni yapılmış bir cami olarak görmek, bizim tanıdığımız ve sevdiğimiz Süleymaniye'yi tıpkı geceleyin Boğaz koylarında uzanan ışıkların suda kurduğu o altın saraylar gibi, zaman içinde bize kadar uzanan bütün bir saltanattan mahrum bırakmaktır. Biz onun güzelliğini dört asrın tecrübesiyle ve iki ayrı kıymetler dünyası arasında her gün biraz daha keskinleşen benliğimizle başka türlü zenginleşmiş olarak tadıyoruz.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir-15.Bölüm

18 Haziran 2013 Salı

Ne çok Antalya varmış Ahmet Hamdi'nin eserlerinde.


...
Yani lise talebesisiniz ve Antalya'dasınız. Yani, 1916-1918 yılları arasında benim yaşadığım hayatı yaşıyorsunuz. İşte size bunun için yazıyorum. Bulunduğunuz memleketin, belki de orada doğduğunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyva bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.
...
Antalyalı gence mektup- Ahmet Hamdi Tanpınar


Daha önce Tanpınar'ın birkaç eserini okudum ve bunların benim hafızamda apayrı yerleri var. İlk kez lisede okuduğumda o benim yetersiz kelime haznem onun sözcüklerini karşılayamamış, iyi okuyamamıştım. Üniversiteye geçip hazırlığa başladığımdaysa, lisedeyken bana edebiyatı sevdiren, sadece iki haftada sevdiren ve daha fazla göremediğim hocam sayesinde günümüze göre dili az da olsa(azlığını çokluğunu bilemiyorum aslında) daha ağır kitapları okuyabiliyordum. Ve o zaman okumaya başladığım Ahmet Hamdi'nin her satırı beni etkilemiş, bende apayrı hisler uyandırmıştı. 
Şimdi hakkında öyküleri ve kendisinin döneminde bulduğu karşılık hakkında sekiz sayfalık bir yazı yazmam gerekiyor ve ilk olarak biyografiye başlıyorum. Edebiyatı üzerine ağırlıklı olarak durmuş olduğundan, bundan ayrı kalan kısmı için mektuplarından birini koymuşlar(Ebediyetin Huzurunda- Ümit Meriç, Selma Ümit Karışman), Hayatı Yerine; Antalyalı Gence Mektup. İlk okumaya başladığımda Ahmet  Hamdi ve Antalya arasındaki ilişkiyi bilmiyordum. Şimdiyse onun bendeki yeri bir kat daha değişti ve benim için hisleri bir kat daha hissedilir oldu. Ben de o mektubu yazan genç gibi bir Antalyalıyım ve Ahmet Hamdi'nin hissettiklerini başka hiçbir yere hissetmeden Antalya'ya karşı hissediyorum. Mektubun devamında eserlerindeki rüya fikrinin buraya bağlı olduğundan ve daha fazlasından bahsediyor. Ben de okuduktan sonra yanına bir not düşmüşüm; " Meğer Ahmet Hamdi'nin içinde ne çok Antalya varmış, ne çok yeri varmış onun duygularında, hayallerinde. Ben de hep merak ederdim bu hislerimizin aynı yerden vurulması hep neden diye".


16 Haziran 2013 Pazar

Sinemaya olan ilgim, sonra Wes Anderson.

Sinemaya olan ilgimin son iki yıl içinde derinleştiğini söyleyebilirim. Daha öncesinde sadece filmleri izleyip, o sırada geçirdiğim vakitle ilgilenirdim. Son zamanlardaysa, sinemanın diline, yönetmenlerin kimliğine, tarzlarına, senaryolara ve bu konuyla ilgili hemen her şeyle ilgilenmeye başladım. Tanışıklığımın bu zamanlara denk geldiği yönetmenlerden birisi Wes Anderson. Doğrusu bilinçli bir arama sonunda değil, bir blogda denk gelip okuduktan sonra filmlerini izlemeye başladım. Genelde yeni tanımaya başladığım yönetmenlerin filmlerini eskiden yeniye doğru izlemeye çalışıyorum. Wes Anderson'un da iki haftada birçok filmini izledim. Bottle Rocket, Rushmore, The Royal Tenenbaums, The Life Aquatic With Steve Zissou, The Darjeeling Limited, Fantastic Mr. Fox, Moonrise Kingdom ve bir de kısa filmi The Darjeeling Limited'in öncüsü olan Hotel Chevalier. Sanırım sadece Bottle Rocket’in aynı adlı kısa filmini izlemedim. Ancak Hotel Chevaliere’den bildiğim kadarıyla kısa filmleri uzun metraja bir giriş niteliği taşıyor. Aynı zamanda bu kısa filmler uzun metrajlı filmleri çekmek için referans oluyor. Wes andersonun filmlerini daha izlemeden dikkat çeken şeylerden birisi, aynı oyuncuların birçok filminde oynaması. Yönetmen favori oyuncularını bırakmıyor ve onlarla çalışmayı seviyor. Filmlerinin senaryolarını kendisi yazıyor ve görüntü yönetmenliğini de kendisi yapıyor. Filmlerinin aşırı bir bağlayıcılığı yok ancak izlerken üzerinizde hoş bir hava bırakıyor. Bu durum sanırım herhangi bir şekilde aşırı duygusallaştırmaya götürmemeyi tercih etmesinden kaynaklanıyor. Filmlerini izlerken içinde bulunduğunuz duygu yoğunluğunun biraz üstüne çıksanız da çok fazla bir şey değiştirmiyor ve o kadar değişimde sizi filmde tutuyor. Normalde pek animasyon izlemeyen birisi olarak Fantastic Mr Fox’u da beğenerek izledim ancak en favori Wes Anderson filmim the Darjeeling limited. Birbirine küs üç kardeş babalarının ölümünden sonra Hindistan’a doğru yolculuğa çıkıyorlar. Üç kardeşin de karakteri birbirinden tamamen farklıdır ve yolculuk sırasında birbirlerini daha iyi tanımaya başlarlar, aynı zamanda da farklı olaylar gelişir. Bu filmin öncesinde gelen kısa filmse; Hotel Chevalier.

29 Nisan 2013 Pazartesi

Çocuklar-bir eleştiri değil, tavsiye;


Aida Begic'in adını sanırım ilk defa geçen yıl Filmekimi sırasında duymuştum. Muhtemelen Çocuklar filminin gösterilecek olmasından dolayı yazılmış bir röportajda. Daha sonra da filmi izledim. Film daha ilk sahnelerde kendi üslubunu hissettirmiş ve beni içine çekmişti. Zaten benim de hazır yanımdı ve böyle bir beklentiyle gitmiştim. Yönetmen filmin sonuna kadar müzik ya da dış ses kullanmamış ve Bosna trajedisini farklı bir boyutuyla ele almış. Bir savaşın etkisini savaştan sonra nasıl gösterdiğini, böyle bir yerde hayatın nasıl şekillendiğini ve zorluklarını etkileyici biçimde anlatmış. Filmi izlerken sanki birkaç gün oralardaymışsınız ve arkalarından onları takip ediyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Yani en azından ben öyle hissettim ve benim için de bu filmi ayrı bir yere koyan şey bu sanırım.

28 Nisan 2013 Pazar

Kuğunun Son Şarkısı

" Oysa her gerçek şair, yeni bir yol açar 'Merd âna dinür ki aça nev râh'. "
Kuğunun Son Şarkısı kuruluşunun 700. yılında Osmanlı Devleti'ne ve ölümün 200. yılında Şeyh Galib'e armağan edilmiş, 1996 yılında düzenlenen Şey Galib Günleri vesilesiyle Beşir Ayvazoğlu tarafından kaleme alınmış bir kitap. Kitap Şeyh Galib'in hayatı çerçevesinde 3. Selim'den, Hattat Mustafa Râkım Efendi'den ve Dede Efendi'den ve haliyle bu isimlerin eserleri ve yaşadıkları dönemin koşullarından ve dünyasında da bahsediyor. Bir biyografi kitabı olarak en beğendiklerim arasına daha bitirmeden girmişti benim için. Osmanlı tarihinde önemli bir padişahı, ayrı ayrı, edebi tarihimizin, hat sanatının ve müzik tarihimizin en önemli isimlerini bir arada tanımak herkesin üzerinde ayrı bir etki oluşturur sanıyorum.

26 Nisan 2013 Cuma

Yollardayım...

Bir gün diyorsun; böyle bir şey istiyorum, şunu yapayım, bunu yapayım. Sonra ona takılıyorsun, onu gözetiyorsun. İki ay geçiyor, vazgeçiyorsun. Sonra başka bir şey, sonra başka, sonra başka. Sonra bunlara takılmıyorsun. Artık kalıcı şeyler diyorsun, yazayım, çizeyim, çalayım, süreyim. Umutlarına dahil hepsi, ama düşmeden kaçını kaldırabilirsin? Yola devam edebilirsin? Umutların, hayallerle, hayallerin gerçeklerle dengesi lazım, ki düşersen hepsi birden kırılmasın.

23 Şubat 2013 Cumartesi

Tanpınar Hikayem

İtiraf etmek gerekirse kitap okuma sıklığım yeterli düzeye lisedeyken gelmeye başladı. Sanırım birkaç edebiyat hocasından sonra derse sadece iki hafta gelecek olan biriymiş bana sihirli sözcükleri söyleyecek olan. İçimdeki hisleri uyandırıp artık kitapların dünyasına iyice girebilmek için onunla karşılaşmak gerekiyormuş. Her hafta derslerini iple çeker, hiç bitmesin isterdik. En çok konuştuğumuz Ahmet Hamdi olurdu. Daha doğrusu o konuşurdu. Her ders ondan bir konu açılır, onlar alakalı bir şeyleri anlatırdı. Benim adamım Ahmet Hamdi derdi. Benim de Ahmet Hamdi ile tanışmam böyle oldu. Popüler kitapları bırakıp klasiklerden, Türk Edebiyatı'ndan falan okumaya başlayınca ilk Ahmet Hamdi aldım. Öyle bir sihirli başlangıç ve farklı bir alem bekliyordum. Sonra fark edeceğim ama o günlerde bana zorluktan başka bir şey vermedi. Bir dünyaya girmek için onun anahtarına sahip olmak gerekiyor, ben ise hepsini kendi dünyam gibi sanıyordum. Sonraları başka yazarları okudum, başka kitaplar okudum, zaman geçti yeniden Tanpınar'ı buldum. Bu arada fark ettim ki işlenmeyen demirin anahtar olmadığı gibi okumayan kişinin de iyi bir dili olmuyor. Biraz başka kitaplar okuduktan sonra, Huzur, Beş Şehir derken nasıl farklı bir dünyaya girdiğimi, nasıl başka bir hayat yaşadığımı fark etmeye başladım. Benim için öyle bir dünya ki Ahmet Hamdi, hislerin, duyguların yeniden tanımının yapıldığı, kelimelerin yeniden anlamlandırıldığı bir dünya. Kaldı ki odaları kilitli bir daireye girmişsin gibi, keşfedilecek öyle çok yeri olan, keşfedebilmek için de öyle güzel dilini iyi bilmek gerekli olan dünya.

16 Şubat 2013 Cumartesi

Güzel Bir Gün

Benim için erken kalkılan günlerin yeri her zaman başka olmuştur. O günleri hep sonsuz uzunlukta bitmek tükenmek bilmeyecek ve her istediğini yapabileceğin günler gibi hissederim. Sabahın ruhunu yakalamak, havasını solumak hayata hep huzur katan, insanın umudunu tazeleyen şeylerdendir. Dinçlik insana güven verir, serinlik de huzur verir. Umutlu günler erken saatlerde başlar. Hep böyle hissederim ve doğal olarak hayata erken başlamayı severim. Sevdiklerinizle birlikte yaptığınız kahvaltıların yeri de hep başkadır, sabahın erken saatlerinde. Güçlü başlangıçların olmazsa olmazıdır kahvaltı ve erken kalkmakla kahvaltı yapmak birbirinden ayrılamaz bir durum gibidir. Güzel günlerin bizlerle olması niyetiyle.