15 Ekim 2014 Çarşamba

Savaşların İçinde Bir Yüzyıl; Saraybosna'nın Köprüleri

Aralarında Aida Begic, Jean-Luc Godard ve Ursula Meier'in de bulunduğu on üç yönetmenin kısa filmlerinden oluşan Saraybosna'nın Köprüleri, Birinci Dünya Savaşının yüzüncü yılı için çekilmiş Saraybosna'yı merkez alan Fransa - Bosna-Hersek ortak yapımı bir antolojik belgesel film.

Filmlerde 1914-18 ve 1992-95 yılları arası doğal olarak öne çıkıyor. Kronolojik sıraya göre kurgulanmış kısa filmler, Franz Ferdinand ve eşinin uğradığı suikastı anlatan bir filmle başlıyor. İlk filmde final sahnesine gelene kadar diyaloglara yüklenmiş hikaye dikkat çekiyor. Kader sorgulaması yapan yönetmen, başkan üzerinden buna bakışını anlatıyor. Ardından gelen bir kaç film belgesel tadında devam ediyor. Sonraki filmde suikastı düzenleyen kişinin ve bir örgütün sorgulamaları okunması yoluyla aynı olayı ele alıyor ve Avusturya'nın bölgeyle olan ilişkisine dikkat çekiyor. Daha sonra gelen filmde İtalya'nın savaşta asker üniforması giydirdiği insanlardan ve bunların içinde eğitimsiz olanlardan, intihar edenlerden ve itaat etmeyenlerden bahsediliyor. Bunları takip eden birkaç film, o yıllarla bugün arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyor.
Sonraki filmlerde ise 1992-95 arasındaki savaşa odaklanılan filmler dikkat çekiyor. Savaş sırasında çocuğunu kaybetmiş bir aile üzerinden, dış göç yapan insanların psikolojisine değinilirken, yine bir başka aile üzerinden geri dönüş psikolojisi ele alınıyor. Ardından gelen filmlerdeyse, savaş sırasında ya da daha sonra doğmuş çocukların durumları ele alınıyor.

Genel olarak baktığımız zaman filmlerin uzun bir zaman dilimini başarılı bir şekilde ele aldığını görüyoruz ancak bazı filmler diğerlerinin temposunu ya da akıcılığını yakalayamıyor. Yönetmenlerin filmlerini farklı tarzlarda çekmeleri, bütünselliği ciddi şekilde bozuyor. Dolayısıyla filmler tamamen birbirinden bağımsız olduğu için kronolojik sırada olmasından öte bütünsel bir dil yakalayamıyor, bu da seyir zevkine etki ediyor. Bunun etkisini biraz azaltmak ve bağlantı kurmak için filmler arasındaki geçişlerde Belçikalı çizgi romancı François Schuiten’in çizdiği sekansları görüyoruz.
Ancak yine de hikayeler gerçeklerin üzerine kurulu olduğundan insanda etki uyandırması zor olmuyor.

Genel olarak değerlendirecek olursak daha iyi olması beklenen ama yine de izlenebilir ve değerli bir yapım olarak görünüyor.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Başka Bir Bayram


Güzel olan bir çok şey gibi bayram da geçiyor. Ben bunları yazarken üçüncü günü bitmek üzere. Bu bayramı benim için özel kılan şey hayatımda ilk defa bir bayramı ailemden ayrı ve bayramsız geçiriyor olmam. Yani ailemden ayrı derken, herhangi bir zamanda annemden, babamdan ayrı fakat başka bir aile ferdiyle geçirmiş olduğum bayram da yoktu. Okulların açılışından hemen iki hafta sonrasına denk gelmesinden, benim de okulun ilk haftasını liseden en yakın arkadaşımın düğünü olması sebebiyle kırmış olmamdan ve bayramın ilk gününün cumartesiye denk gelmiş olmasından dolayı ailemin yanına gidemedim. İstanbul'a da yalnız bir bayram geçireceğimi bilerek gelmiştim. Evet, bunu hesap edip gelmek kolaydı ama bayramın yaklaştığını hissettiğim ve arkadaşlarımın gitmeye başladığı ilk gün içime düşen hissi tarif etmek aynı derecede kolay değil. Hayatımda ilk defa bu kadar güçlü bir garibanlık hissi duydum. Bu benim için bir ilkti. Tabi ki gerçekten öyle olan insanlarla benim durumum karşılaştırılamayacak kadar hafif lakin hayat boyu konuşup tartışıp durduğumuz meseleler için artık kalbimin bir yerinde merhamet ya da bu konuları konuşurken hissettiğimizden başka bir his de beliriyordu.
Her kıvrımında başka bir şey buluyoruz hayatın,
bazen akşam çöker üstümüze,
bazen gün açar tüm hüzünlerimize.



Kültürüne, gelenek-göreneklerine bağlı bir yurdun evladı olarak hayatta en çok değer ifade eden zamanlardan birinde aileden, ruh ikliminden ve toplumdan soyutlanmış ve bir köşede âtılmış gibi kalmak insana koyuyor. Öte yandan da memleketimizin uzun zamandır gözü önünde olan mazlumlaran ve böyle zamanlarda sadece günün şartlarının değilde, maddi imkansızlıkların insanı diğerlerinin arasında düşürdüğü durumun hissini anlayabilmesini sağlıyor ve güçlü bir empatinin içine bırakıyor.
İşte o başlangıç gününden arefe gününe kadar hislerim böyleydi. Ta ki benim gibi bayrama gitmeyecek/gidemeyecek arkadaşlarımla karşılaşana kadar. Konuştuğumuzda bayram namazından sonra bir araya gelip bayramlaşalım demiştik. Sonra bayram sabahı namazdan sonra buluşup bayramlaştık ve hep beraber kahvaltı yaptık. Bu iki günde yaşadığım şeyler de beni içinde bulunduğum ruh halimden arıtmış ve daha çok kardeşlik, beraberlik hissine sürüklemişti. Sevdiğimiz insanlarla bir araya gelmek, uzun zamandır sözeşip de görüşmeye fırsat bulamadığımız arkadaşlarımızla görüşüp, program yapmak bende bambaşka hisler de uyandırmıştı.
Burada yaşadığımız şey, tam anlamıyla yaşanılacak bir kurban bayramının topluma ne kadar faydalı ve mükemmel bir şey olduğunu ortaya çıkarıyordu. Çünkü, bizim bayramlarımız ve özellikle de kurban bayramı insanların sadece ahbaplarıyla, yakın akrabalarıyla değil, yaşadığı çevreyle ve mümkün oldukça daha fazlasıyla kutlanan, kutlanması gereken bir bayram. Yoksulların ve yalnızların toplumun içinde bulundukları ve aynı hisleri, mutlulukları paylaşabileceği bir bayram. Böyle kutlandığı zaman, onlar da unutulmadığı ve yoksullukları, yalnızlıkları hissettirilmedikleri, aslında yalnız da olmadıkları onlara hissettirildiği zaman bayram olan bir bayram.
Bayramınız bayram, hayırlı olmuş olsun inşallah.