15 Eylül 2014 Pazartesi

Hatrı Sayılır Bir Şey

Doğrusunu söylemek gerekirse son bir, iki yıl içinde sevdiğim şeylerde ve ihtiyaçlarımda hatrı sayılır bir değişim oldu. Şu anda şehir hayatının yoğunluğundan uzakta olmak tek başına beni iyi hissettirmeye yeten şeylerden biri. Doğrusu hayatım çok yoğun, şöyle böyle diye değil, şehir hayatı yoğun diye. Balkonda otururken bile içimi bir sıkıntı basıyor bazen. Sadece bu yıl üç ayrı zamanda çadırımla dolaştım ve bunlar çok değerli zamanlardı benim için. Birinde yeni insanlarla iletişim kurmak, birinde birlikte hareket etmek, diğerinde birbirini tanımak açısından farklı farklı katkıları da oldu, asıl amaçları ve güzellikleri dışında.

Bu hafta sonu köydeydik, dün ve bugün. Önce anneanneme gittik, ardından babamın köyüne. Köy dediğim yer şehir merkezine yirmi ve otuz km uzaklıkta. Şu anda evdeyim ve bu satırları yazarken neden döndüğümü sorguluyorum.

Köyü ve köy hayatını sevmemin en büyük sebebi, doğaya ve doğala olan düşkünlüğüm sanırım. Mesela pazardan gidip de bir sürü meyve almayı çok sevmem ama meyveleri çok severim ve bunları dalından yemek de en büyük zevkim. Sağ olsun dedelerim vaktiyle dikmiş ve biri hâlâ dikmeye devam ediyor ve biz de böyle bütün yeşilliklerin ve meyvelerin yetiştiği bir yerde yaşadığımıza şükrediyoruz.

Uzaklardan başlıyor, güneş ışıkları kendini göstermeye
İkinci gün sabah beş buçuk altı gibi kalktım. Böyle, insan o saatte dışarı çıkıp havayı içine çektiğinde anlıyor temiz havanın ve ferahlığının farkını. Katran ağaçlarının dibinde bambaşka bir dünya. Dedemlerin evi dağın batıya bakan yamacına düşüyor. O yüzden güneş ilk önce karşımızdaki dağa vuruyor. Böyle, ilk önce en arkadaki sararıyor, sonra bir öndeki başlıyor ve yavaş yavaş yamaçtan aşağı doğru bir sarılık, kızıllık iniyor. Önüme bakıyorum, o manzarayla insanın içi ısınıyor, arkama bakıyorum müthiş zevkli bir serinlik hissi bürüyor. Yürüyorum, fotoğraf çekiyorum, havayı içime çekiyorum,  şiir okuyorum.

Fotoğraf çekmek son zamanlardaki en büyük hobim. Manuel pozlamaya alıp, öyle kullanmaya, iyice öğrenmeye çalışıyorum. Genelde normalde uzun uzun izlemeyi sevdiğim şeyleri çekiyorum ama bak bu çok güzel dediğim ya da fotoğrafını çekerken, o andan mahrum kalacağım şeyleri çekmiyorum. Yapıları da çekmeyi pek sevmiyorum. İçinde insan olan anlar da kalabalıkta ya da birbirimizleyken daha değerli geliyor. Bu arada bazen "fotoğrafçı mısın sen? Bizi de çek bakalım" diyen amcalar oluyor. Normalde çok farklı şeyler olmadıkça özel hayatlarına müdahale etmemek, rahatsız etmemek için çekmiyorum ve bunu da onların anlayacağı şekilde yapıyorum ama böyle diyenlere bir anda içim ısınıyor.

Pazar sabahı altıda yol bomboştu, normalde hafta sonları çok kalabalık olan bir yol ama o vakit henüz kimse geçmiyordu. Ben de fotoğraf makinemi boynuma asıp kayıt tuşuna basıp yürümeye başladım. Hem çevreyi izliyor, hem de yürüyüşümün görüntüyü nasıl etkileyeceğini görmek istiyordum. Toplamda on beş, yirmi dakikalık video çektim. Bir ara Çatlıycak Kadar Aşki'den bir şiir bile okudum. Sonra geri dönerken de video denemelerim devam etti, belki bir kaç dakikalık bir şey paylaşırım. Eve geldiğimizde elimde yaklaşık bir saatlik görüntü vardı. Video çekmek çok zevkli bir şey gerçekten. Tek problem onları nereye depolayacağım.

4 Eylül 2014 Perşembe

Paldır Küldür Bir Turun Hikayesi

Evet, aslında ilk bakışta paldır küldür olmadığını düşünebilirsiniz ama sonradan çıkar onun paldır küldürlüğü.

Neyse uzatmadan başliyim. Geçtiğimiz yaz okulu sonrası için suya düşen iki planımızdan sonra  ne yapsak ne yapsak derken bisiklet turu yapalım dedik. Hem bir bisiklet almak istiyordum. Hem bisikleti seviyordum. Hem kampı seviyordum. Hem de hem bisiklet hem kamp olsun diyor, hem kafamdaki meşguliyetlerden uzaklaşmayı, hem de enerjimi harcamayı istiyordum.Bu kadar hem kullanmamın sebebiyse, heme olan anlık ilgim. Demek ki gevezelik ruhumda var ama dilime sirayet etmemiş. Belki de ben öle düşünüyorum çünkü ben hiç ben gevezeyim diyen bir geveze görmedim. Ama gevezelik ettiğim yer blog olsun.
Eceabat'ta otobüsten indik. Henüz heybelerimizi bağlamamıştık.
Bu programa final döneminin hemen öncesinde karar vermiştik ve işlerin hemen hemen hepsini finallerin ardından iki günde hallederiz diye ertelemiştik.

Finaller geçti, bu arada sadece ikinci el bisikletlere baktım, çünkü benim için ideal olan üst kalite, ikinci el bir bisikletti. Ama çabalarımız sonuçsuz kaldı çünkü piyasada 17" bisiklet bulmak çok zordu ve biz de bu problemi lady model bir bisiklet alarak çözdük. Bu arada fikir iki kişiden çıkmıştı ama programı üç kişi yaptık ve  iki yeni bisiklet aldık.

Tahminimizden uzun süren bir süreç oldu ve gerekli alışverişlerle birlikte çok vaktimizi aldı. Arkalıkların ve heybelerin montelerini kendimiz yaptık ve bitirdiğimizde saat sabahın altısıydı. Sekizde otogardaki Çanakkale otobüslerine yetişebilmemiz için en geç yedi on beş otobüsüne yetişmemiz lazımdı ve hızlıca pedalladık.
Bu arada programdan bahsetmeliyim. Niyetimiz bisikletle Çanakkale'den İzmir'e gitmek. Fakat bu konuda bildiğimiz tek şey ilk gün ne yapacağımız. Neden? Çünkü zaten kervanı evde düzdük, yolu da sora sora buluruz.

Eceabat'ı gezip, ikinci gün Çanakkale'yi gezeceğiz ve yolumuza İzmir'e doğru devam edeceğiz. Evet planın bu kısmı aynen gerçekleşti. Beklemediğimiz tek bir şey vardı, o da nakitimiz tükenmişken bunu düşünmeden Şehitler abidesine doğru yollanmış olmamız ve o çevredeki yerleşim yerinde(Alçıtepe) ne bankamatiğin ne de bir bakkal hariç kredi kartı çeken yerin olmamasıydı. Cebimizdeki bozuk üç dört lirayı idareli şekilde kullanıp akşam Beşiktaş'ın şampiyonlar ligi maçını, sabahta kahvaltıyı birer çay içerek geçirdik. ikinci gün öğlene doğru yeniden Eceabat'taydık. Yuvarlak çizerek geri döndük. Burada katettiğimiz yollar güzeldi. Tarihi yerleri geçtikten sonra günebakan tarlalarını izleyerek gittik. Bu arada dikkatimi çeken şeyse her tarlada bir ağacın olmasıydı. Sanırım bu yıldırım düşmelerinden ürünleri korumak için.

Evet artık yoldaydık ve İzmir tarafına doğru yol almaya başladık. İlk önce Çanakkale'ye geçtik ve karnımızı doyurduktan sonra dondurmalı peynir helvası yedik, beğendik.
Güzelyalı-Kepez'de gün batarken.

Akşamını Güzelyalı'da geçirdiğimiz günde sahil kenarından çadırımızı kurduk. Yanımızda iki turist de konakladı, nereden başladıklarını tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım Endonezya'ydı. Oradan yola çıkıp otostopla Almanya'ya doğru gidiyorlardı.

Sonraki gün sabah kahvaltı ederken danıştığımız bir kaç kişi gittiğimiz yolun yokuş olduğunu, bisikletle çıkamayacağımızı söyleyince bir karar vermemiz gerekti. Biz de Bursa yönüne doğru gitmeye kadar verdik. Günün akşamına Lapseki'deydik. Küçük nüfuslu bu yerde bütün çay bahçeleri doluydu. Her yer kalabalık görünüyordu. Gökay diye bir arkadaşla tanıştık ve akşamımızı onunla geçirdik. Bize kamp yapacağımız yere kadar eşlik edip ayrıldı.

Sonraki gün Gelibolu'ya geçtik. Bu arada tekerim patlamıştı ve şükür ki o sırada kullanmam gerekmiyordu. Feribota kadar elimde götürdüm ve karşıya geçer geçmez de bir bisikletçiye uğradık. Bu ikinciydi, daha önce diğer bisikletlerden birinin de patlamış, bir saatimizi almıştı. Gelibolu'da önce dönüş biletimizi ayarladık ve ardından bir kaç yeri ziyaret ettikten sonra turumuz sona ermiş, geri dönüş yolculuğumuz başlamıştı.