26 Ekim 2016 Çarşamba

Bir film, bir konser

Geçen hafta bu ay planlarım arasında olan iki etkinliğe katıldım ve bunlar hakkındaki düşüncelerimi yazmak istedim. Çarşamba günü Akbank Caz Festivali kapsamında "Amr el Saffar ve Two Rivers" konserine gittim ve cumartesi günü de Fatih Akın'ın Elveda Berlin filmini izledim.

İlk olarak şunu söylemeliyim ki burada tam anlamıyla bir film eleştirisi gibi bir şey yazmaktan ziyade izlediğim bir film hakkında düşüncelerimi yazmaya çalışıyorum. Yani biraz daha basit ve kapsamsız yazdığım için filmin hikayesinden çok fazla bahsetmiyorum. "aman dur, spoiler" falan diyecekler için. Dolayısıyla bu yazıyı da biraz öyle değerlendirebilirsiniz.


Elveda Berlin

Filmin afişi çok güzel değil mi? Renk tonları...
Film problemli bir aileye sahip ve arkadaşları tarafından pek fark edilmeyen bir öğrenci olan Maik'in sınıfa yeni gelen ve herkesin iletişim kurmaktan kaçındığı Tschik'le arkadaşlık -ve bence büyüme- zamanlarını hikayelendiriyor. Arkadaşlıkları için gelişen koşulların onları izlemesi keyifli bir yolculuğa çıkardığı filmin zayıf yönleri de dikkatten kaçmıyor. Neyse ki ilerleyen hikayeyle birlikte film bunların görmezden gelinebileceği bir akıcılığa kavuşuyor.

Son zamanlarda şöyle suya sabuna dokunmayan, okuduktan/dinledikten/izledikten sonra aman bir de bu dert var demediğim pek bir şeylerle karşılaşmışlığım yok doğrusu, muhtemelen karşılaşmışlığımız. Fatih Akın'ın Wolfgang Herndorf'un Elveda Berlin isimli kitabından uyarladığı bu film de hiç bir şeye dokunmuyor değil ama en azından hoşunuza gidebilecek bir biçimde dokunuyor. Ayrılırken yüzünüz gülüyor. --> şöyle bir diyalogdu herhalde; "Görünmüyorsun Maik, kendini göstermen lazım."

Bir yol filmi olarak beni şaşırtmasını beklediğim bir hikaye peşinde değildim zaten. Dolayısıyla beklenmedik, orijinal hadiselerden ziyade bu hikayenin nasıl işlendiği ilgilendiriyordu beni. Filmin ilk on beş dakikasında hayal kırıklığına uğradığımı düşünmüştüm doğrusu. Ses kurgusu çok rahatsız ediciydi ve  bu aradaki diyaloglardan, klişelere ve kamera açılarına kadar birçok olumsuz ayrıntı dikkat dağıtıcıydı ancak daha sonra film toparladı ve sona kadar iyi biçimde geldi. Birbirine hiç benzemeyen karakterlerin kurduğu ilişkiyi, bu süreçteki olgunlaşmayı takip ettiğimiz ve yer yer de görsel şölenlerle karşılaştığımız kısımlar beklendik ama filmin duygulara doğrudan nüfuz ettiği dakikalardı. Dolayısıyla izlemeye değen bir filmdi ancak Fatih Akın'ın daha önce izlediğim filmlerinden de biraz uzaktı.

*Filmi Boğaziçi Üni'deki sinema salonunda seansları hâlâ devam ederken izleyebilirsiniz.


Amir el Saffar ve Two Rivers

Festivalin en sevdiğim sloganı buydu.
Caz müzik konusundaki bilgimin çok fazla olmadığını önden belirtmem gerekir. Dolayısıyla bu festivaldeki çoğu sanatçıyı önceden tanımadığımı da. Bildiğim, biraz dinlediğim iki kişi dışındakiler hakkındaki bilgim Youtube temelli:) Bu iki kişinin de konserine sadece ön taraf biletleri kalmış olduğu için internetten dinlerken beğendiğim birkaç kişi arasından zaman, mekan diyerek elerken kalan son kişi olan Amir el Saffar'ın 19 ekimdeki konserine biletimi aldım. 
Doğrusunu söylemek gerekirse açılış tam bir hayal kırıklığıydı. Adeta bir ses cümbüşü. Sanki bütün enstrümanlar ayrı ayrı kendisini tanıtıyordu ama hiçbiri diğerinin varlığından haberdar değildi. Açılış faslını geçtikten sonra bu durum biraz düzeldi. Aslında böyle bir giriş biraz doğal ama bunu olumsuz yapan ayrıntı daha genel bir problemdi. Amir el Saffar'ın yaptığı müzik biraz daha oryantal tınıya sahip ve haliyle kulağa daha yumuşak gelirken orkestranın güçlü sesi ikili arasında bir uyumsuzluk oluşturuyordu. Özellikle saksafonun dominant melodisi diğerleriyle uyumdan uzaktı ancak bunu orkestranın kendi arasında çözmüş olması ilerleyen parçalarda seslerin daha uyumlu olduğu bir müzik dinlememizi sağladı. Sonuç olarak caz müzikte yenilikçi olarak bilinen bir sanatçıyı tanımış olmak benim için geceyi güzel kılan bir ayrıntı oldu.



Not: Bu arada bence uzun uzun bir şey yazmaya değmeyeceği için şöyle bir not olarak belirteyim. İstanbul Cofee Fest sanırım katıldığım en balon festivaldi. Kahveseverler için hazırlanmış bir festival görünümünde ancak yeni başlayanlara hitap eden seviyede bir organizasyondu bence. Orada tanıtılan bütün kahveleri de, yapımlarını da biliyordum. Ayrıca Kronotrop diye bir kahvecinin baristası beni görmezden geldi. Bunun gibi terbiyesizlikler de gözden kaçmadı. 

21 Ekim 2016 Cuma

Yine konuyu dağıttım ama;
Hayat hikayelerini okumayı, dinlemeyi, izlemeyi severim. Sinema zevkim de daha çok buna dayalı. Sıradan ya da basit olanı sinemaya aktarmak sıradan bir iş olmuyor. Aksine onu yakalayabilmek, bir anlam yakalamak ve hikayelendirebilmek ayrı bir değer ifade ediyor. Aida Begic'in Çocuklar filmi, yedi kısa filmden oluşan Havana'da Yedi Gün, The Darjeeling Limited ya da Yaşamın Kıyısında benim sevdiğim örnekler.
Bunların yanında West Beirut ya da Inside Llewin Davis gibi bir dönemi ele alan filmlerden de benzer şekilde zevk aldığımı söylemeliyim,

7 Ekim 2016 Cuma

Ekim'de İstanbul

Bu ülkede en sevdiğim şehrin Antalya olduğu beni biraz tanıyan herkesin malumudur. Yazıyla, kışıyla, bilhassa nisan ve eylül aylarıyla. Yıllardır vaktimin büyük çoğunluğunu geçirdiğim İstanbul'a da duygusal bir bağlılık hissetmememin sebebi bu alakayı bütünüyle Antalya'ya vakfetmiş olmam olabilir. Ancak geçen yılların ardından (e artık epey yıl geçti) geriye dönüp baktığımda da, burada ekim ayının benim için hep ayrı bir telaşla, tebessüm içinde geçtiğini anımsıyorum. Belki her seferinde yeni bir döneme, başka yeniliklere başlıyor olmamın etkisi vardı. Ancak şu da var ki, buraya has olan, burayı İstanbul yapan şeyleri bu konuda göz ardı edemem.

Yeryüzünün her karışı sanatçıya ilham olabilse de, sanat eserinin bizlerle buluştuğu yerler genellikle sınırlı. İstanbul'un bununla buluşabildiğimiz yerlerden biri olması da burayı benim için önemli kılan sebeplerden biri. Bana daha çok hitap eden, Filmekimi, caz festivali, kahve festivali ve ekimde gerçekleşen diğer etkinliklerse benim için senenin bu vaktini öne çıkaran şeylerden.


Uzun zamandır her sene ekim ayı dolu dolu, hareketli geçen bir ay olarak geride kalırken, bu sene ekim ayı listemde olanlarsa şöyle;

Filmekimi İstanbul'a geldim geleli neredeyse her sene birkaç film izlediğim, her seferinde de tadı damağımda kalan festival. Türkiye'de genellikle gösterime girmeyen, hatta bazılarını daha sonra internette (Amazon'dan, Ebay'den bahsediyorum:)) ) bile bulamadığınız filmler ya da bazı ülkelerin Oscar adayı filmleri burada izleyiciyle buluşuyor. Bu yıl bilet aldığım filmlerse; Satıcı, Sieranevada ve Olli Maki'nin En Mutlu Günü.

Geçen yıl ilki Haydarpaşa'da düzenlenen İstanbul Coffee Festival'e katılamamıştım ama bu kez orada olmayı planlıyorum. Cuma, 15'te :)

Akbank Caz Festivali'yse 12 Ekim'de başlıyor. Aklımda birkaç konser var ama biletlerimi henüz almadım. Tavsiyelerinizi de değerlendirmek isterim;)

Bunların dışında da izlemek istediğim üç film var; Kalandar Soğuğu (e tabi ki), 30 Eylül'de vizyona girmiş olan Fatih Akın'ın filmi Elveda Berlin ve 28 Ekim'de vizyona girecek olan "Muhammed" (nihayet!).