18 Haziran 2013 Salı

Ne çok Antalya varmış Ahmet Hamdi'nin eserlerinde.


...
Yani lise talebesisiniz ve Antalya'dasınız. Yani, 1916-1918 yılları arasında benim yaşadığım hayatı yaşıyorsunuz. İşte size bunun için yazıyorum. Bulunduğunuz memleketin, belki de orada doğduğunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyva bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.
...
Antalyalı gence mektup- Ahmet Hamdi Tanpınar


Daha önce Tanpınar'ın birkaç eserini okudum ve bunların benim hafızamda apayrı yerleri var. İlk kez lisede okuduğumda o benim yetersiz kelime haznem onun sözcüklerini karşılayamamış, iyi okuyamamıştım. Üniversiteye geçip hazırlığa başladığımdaysa, lisedeyken bana edebiyatı sevdiren, sadece iki haftada sevdiren ve daha fazla göremediğim hocam sayesinde günümüze göre dili az da olsa(azlığını çokluğunu bilemiyorum aslında) daha ağır kitapları okuyabiliyordum. Ve o zaman okumaya başladığım Ahmet Hamdi'nin her satırı beni etkilemiş, bende apayrı hisler uyandırmıştı. 
Şimdi hakkında öyküleri ve kendisinin döneminde bulduğu karşılık hakkında sekiz sayfalık bir yazı yazmam gerekiyor ve ilk olarak biyografiye başlıyorum. Edebiyatı üzerine ağırlıklı olarak durmuş olduğundan, bundan ayrı kalan kısmı için mektuplarından birini koymuşlar(Ebediyetin Huzurunda- Ümit Meriç, Selma Ümit Karışman), Hayatı Yerine; Antalyalı Gence Mektup. İlk okumaya başladığımda Ahmet  Hamdi ve Antalya arasındaki ilişkiyi bilmiyordum. Şimdiyse onun bendeki yeri bir kat daha değişti ve benim için hisleri bir kat daha hissedilir oldu. Ben de o mektubu yazan genç gibi bir Antalyalıyım ve Ahmet Hamdi'nin hissettiklerini başka hiçbir yere hissetmeden Antalya'ya karşı hissediyorum. Mektubun devamında eserlerindeki rüya fikrinin buraya bağlı olduğundan ve daha fazlasından bahsediyor. Ben de okuduktan sonra yanına bir not düşmüşüm; " Meğer Ahmet Hamdi'nin içinde ne çok Antalya varmış, ne çok yeri varmış onun duygularında, hayallerinde. Ben de hep merak ederdim bu hislerimizin aynı yerden vurulması hep neden diye".


16 Haziran 2013 Pazar

Sinemaya olan ilgim, sonra Wes Anderson.

Sinemaya olan ilgimin son iki yıl içinde derinleştiğini söyleyebilirim. Daha öncesinde sadece filmleri izleyip, o sırada geçirdiğim vakitle ilgilenirdim. Son zamanlardaysa, sinemanın diline, yönetmenlerin kimliğine, tarzlarına, senaryolara ve bu konuyla ilgili hemen her şeyle ilgilenmeye başladım. Tanışıklığımın bu zamanlara denk geldiği yönetmenlerden birisi Wes Anderson. Doğrusu bilinçli bir arama sonunda değil, bir blogda denk gelip okuduktan sonra filmlerini izlemeye başladım. Genelde yeni tanımaya başladığım yönetmenlerin filmlerini eskiden yeniye doğru izlemeye çalışıyorum. Wes Anderson'un da iki haftada birçok filmini izledim. Bottle Rocket, Rushmore, The Royal Tenenbaums, The Life Aquatic With Steve Zissou, The Darjeeling Limited, Fantastic Mr. Fox, Moonrise Kingdom ve bir de kısa filmi The Darjeeling Limited'in öncüsü olan Hotel Chevalier. Sanırım sadece Bottle Rocket’in aynı adlı kısa filmini izlemedim. Ancak Hotel Chevaliere’den bildiğim kadarıyla kısa filmleri uzun metraja bir giriş niteliği taşıyor. Aynı zamanda bu kısa filmler uzun metrajlı filmleri çekmek için referans oluyor. Wes andersonun filmlerini daha izlemeden dikkat çeken şeylerden birisi, aynı oyuncuların birçok filminde oynaması. Yönetmen favori oyuncularını bırakmıyor ve onlarla çalışmayı seviyor. Filmlerinin senaryolarını kendisi yazıyor ve görüntü yönetmenliğini de kendisi yapıyor. Filmlerinin aşırı bir bağlayıcılığı yok ancak izlerken üzerinizde hoş bir hava bırakıyor. Bu durum sanırım herhangi bir şekilde aşırı duygusallaştırmaya götürmemeyi tercih etmesinden kaynaklanıyor. Filmlerini izlerken içinde bulunduğunuz duygu yoğunluğunun biraz üstüne çıksanız da çok fazla bir şey değiştirmiyor ve o kadar değişimde sizi filmde tutuyor. Normalde pek animasyon izlemeyen birisi olarak Fantastic Mr Fox’u da beğenerek izledim ancak en favori Wes Anderson filmim the Darjeeling limited. Birbirine küs üç kardeş babalarının ölümünden sonra Hindistan’a doğru yolculuğa çıkıyorlar. Üç kardeşin de karakteri birbirinden tamamen farklıdır ve yolculuk sırasında birbirlerini daha iyi tanımaya başlarlar, aynı zamanda da farklı olaylar gelişir. Bu filmin öncesinde gelen kısa filmse; Hotel Chevalier.