9 Ağustos 2016 Salı

Petra ve Vadi Rum



Sanırım Ürdün deyince akla ilk gelen yer Petra'dır. Benim de buraya gelmeden önce en çok merak ettiğim yer Petra'ydı ve bayram tatilinde iki günlük bir programa dahil olup, gezme şansını bulduk.

İlk gün sabah erkenden Petra'ya doğru yola çıkıp, ikindiye doğru Vadi Rum'a gidip, orada geceledik. Sonraki günün sabahında Akabe'ye gidip, akşamına da Amman'a döndük. Akabe kısmından bahsetmeyeceğim, zira pek de anlatılacak bir şey yoktu:)

Petra konusu açılınca en çok konuşulan şeyin bilet fiyatı olduğu söylenebilir. Çünkü bir günlük bilet 50 dinar (=~200TL) ve çoğu kişi bu parayı ödemek istemiyor. Ayrıca yerlilerin ve burada okuyan öğrencilerin 1 dinar'a girebiliyor olmaları da bunda etkileyici bir unsur. Ben, saz arkadaşımla;) bu konuda bir tereddüt yaşamadım, nihayetinde burada o kadar para harcadıktan sonra, dünyanın yedi harikasından biri olan Petra'dan sakınmak olmazdı.

Petra





Bilet aldığınız yerden Petra'nın girişine kadar yaklaşık bir on dk. yürüyorsunuz. Ardından yaklaşık bir buçuk kilometrelik, güzel bir kanyondan geçerek Petra'ya giriyorsunuz. İki tarafı yüksek, güneşe göre toprak ve gül rengi alan, üzerlerinde yer yer deve ve aslan işlemeleri, oymaları olan kayaları ve yol boyunca iki yüzünde de devam eden su oluklarını izleyerek, o Indiana Jones'tan da bilinen o en meşhur yere, El-hazne'ye çıkıyorsunuz. 


El-hazne'nin inşa şekli uzun yıllar gizemini korumuştu. Nasıl yapıldığına dair farklı teoriler ortaya atıldıktan sonra, en güçlü kanı yukarıdan başlayarak, aşağıya doğru yapılmış olduğu oldu. Bunu karşısına geçip de, kendisine bakarak hayal etmek, farklı bir duygu cidden.

El-hazne'yi anlamak için buranın biraz yerlilerinden, tarihinden bahsetmek lazım. Petra'nın içindeki El-hazne takriben iki bin yıl önce Nebatiler tarafından inşa edilmiş. M.Ö. 400'den M.S. 106'ya kadar burada yaşadığı düşünülen Nebatiler'in Petra'sı, bir ticaret merkeziymiş. Paganlar, Mısırlılar, Yunanlılar vs. buraya ticaret için gelmişler. Gelen ticaret kervanları bahsettiğim kanyondan geçerek şehre giriyorlarmış. 

Bu durumun El-hazne'nin üzerindeki figürleri de açıkladığını söyleyebiliriz, çünkü üzerinde sadece Nebatilerin tanrılarının değil, Paganların, Yunanlıların ve Rumların da tanrılarının figürleri bulunuyor. Dinen de etkilenmiş olmaları ihtimal dahilinde olsa da, bunun esas sebebinin iyi ticari ilişkilerinin olmasına bağlanıyor.


İki binli yıllara yaklaşırken El-hazne'nin içinde ne olduğu, ne anlama geldiği hala gizemini koruyordu. Mimarisindeki incelik ve hassaslığı dolayısıyla rahatça girilip, araştırılma yapılamıyormuş sanırım ama yakın zaman önce içeride eski krallarının mezarlarının olduğu anlaşılmış.



Tabi, El-hazne Petra'nın tek varlığı değil. Altyapısıyla, çarşısıyla, tiyatrosuyla, bahçeleriyle bir şehir. Devam ettiğiniz zaman karşımıza ilk önce pazar alanı çıkıyor. Buradan farklı yerlere, ibadethaneye, kurban alanına, evlerin olduğu yerlere geçebiliyorsunuz.



İbadethaneye 800 basamaklı bir merdivenden çıkarak ulaşabiliyorsunuz. Kurban alanı da benzer şekilde. İçeride yönlendirici levhalar olmadığı için bir bir yerden çıkmaya başladık ve ulaştığımız yer kurban alanıydı. Petra'ya çok fazla turist geliyor ve içerisi epey kalabalık oluyor ama buraya çıkarken epey sakindi. Yol üstünde hediyelik eşya satan, küçük bedevi çadırlarını görüyorsunuz, şanslıysanız birilerini de musikilerini icra ederken yakalayabiliyorsunuz.


Şehir sadece pazar alanını çevreleyen yerlerden oluşmuyor, epey büyük bir alana kurulmuş. Kurban alanına çıkarken, bir tepeye çıkıyorsunuz ve arkasından inerseniz, bahçelerin de olduğu evleri ve yine farklı amaçlarla kullanılan, kayaların içine yapılmış yerleri görebiliyorsunuz.


İçeride develer ve eşekler dolaşıyor, eğer isterseniz onların üzerinde de bazı yerleri gezebiliyorsunuz. Biz artık çıkmak üzere geri dönerken deveye bindik, benim için bir ilkti. El-hazne'nin önünde inip, son bir kez daha onu izledikten sonra, Petra'dan ayrıldık.




Vadi Rum



Vakit akşama yaklaşırken Vadi Rum'a yeni varmıştık. Burası bir çöl. İnsanlar bedevi hayatını görmek, çöl kumunu görmek ve bir gün vakit geçirmek için buraya geliyorlar. Biz de gün batımından yarım saat kadar önce jiplerle çöle doğru ilerlemeye başladık ve güneş batarken de bir yerde durup, günbatımını izledik. Bu arada Arabistanlı Lawrence filminin çöl sahneleri de burada çekilmiş diye notumu düşeyim.



İnsan çöl deyince buğday sarısı bir kum denizi bekliyor ama burası öyle değil. Zaten büyük kayalar çok sık var ve yer yer de küçük otlar görebiliyorsunuz. Buradaki en güzel anımız gün batımını izlerken beş altı deveyle birlikte kayaların arasından çıkıp gelen bedeviyi gördüğümüz andı. Yanımızdan geçip gidene kadar onları izlemekten kendimizi alamadık (dikkat ederseniz videoda görebilirsiniz).



Benim ilk çöl deneyimimdi ama ona rağmen, organizasyon çok başarılı olmadığı için beklentilerimin altında kaldı. Birincisi biraz geç kalmıştık, araçlarla fazla ilerleyemedik, ikincisi geri  döndüğümüzde ortam çok hoş değildi. Kaldığımız çadırdan, gece yaptıkları eğlenceye kadar sûni olan hiçbir şey güzel değildi. Tabi biz de çıkıp ay ışığında biraz çöle doğru ilerleyip bir iki saat yıldızları izleyerek sohbet ettikten sonra, yatmak üzere geri döndük. 

Doğrusu farklı programlara dahil olup giden arkadaşlarıma sorduğumda genel olarak burası hakkında daha güzel yorumlar dinledim. Dolayısıyla belki farklı bir bir organizasyonla daha güzel bir deneyim de olabilirdi. 

Sonraki sabah erkenden Akabe'ye doğru yola çıkıp, akşama da Amman'a dönerek gezimizi sonlandırdık.



Doğrusu Petra'yı gördükten sonra daha çok sevdik. Gerçekten görülesi bir yer. Oradayken epey etkilenmiştik. Vadi Rum da sonuç olarak güzeldi ama böyle bir şeyi deneyimlemek için çok daha güzel yerler olduğu söyleniyor.