5 Temmuz 2016 Salı

Ürdün Notları

Ajlun Kalesinden; Arkada silüet haline görülen dağlar Golan Tepeleri

İki gün sonra Ürdün'e gelmemin üzerinden üç hafta geçmiş olacak. Buraya Arapça yaz okulu için geldim. Ürdün Arapça öğrenimi açısından en popüler ülke. Duyduğuma göre eskiden Suriye'ye gidiliyormuş en çok ama bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşen ve devam eden malum olaylardan dolayı uzun zamandır Ürdün tercih ediliyor, ardından da Fas.

Buraya gelmeden önceki beklentilerimizle burada bulduğumuz birçok şey iyi ya da kötü bir şekilde farklı çıktı. Öncelikle onu söylemeliyim. Havasından, suyundan, şehir hayatına kadar.

İlk olarak yolculuğumdan bahsedeyim. En ucuz bileti Ukrayna aktarmalı bir hava yolundan bulduğum için, Antalya-İstanbul-Kiev-Amman şeklinde bir rotayla neredeyse iki misli yol katettim:) ama dört arkadaş geldiğimiz için çok sıkıcı bir durum olmadı. Gece yarısına yakın Amman'a indik.

Havanın sıcak olmasını bekliyorduk ama Amman'a
indiğimizde bizi serin bir hava karşıladı.

Ürdün'ün yüz ölçümü çok büyük değil. Yolların çok düzgün olmadığı ama Amman'dan en güneye üç buçuk saat gibi bir sürede gidildiği söyleniyor. Bizim de buraya geldikten sonra gittiğimiz ilk yer kursun gezisiyle yaklaşık bir saat uzaklıktaki Ajlun Kalesi oldu. Bu Selahaddin Eyyubi'nin yaptırdığı bir kaleymiş. Tepede, dört tarafı da açık, çevresini iyi gören bir yer. Rehber bu taraf Irak, bu taraf Filistin derken bulunduğumuz yerden görünmeseler de farklı duygulara kapılmaya başlamıştım ama benim için en etkileyici olanı Golan Tepeleriydi, yani doğrudan görebiliyorduk. Şu arkadaki dağlar Golan Tepeleri dediği sıralarda sanırım buradaki en güzel vaktimi geçiriyordum. Benim burada en çok etkilendiğim şeydi. Uzun uzun izledim. (Yani nasıl bir sebebi olabilir bilemiyorum. Bir coğrafyayı elinin altında hissetmek, buna benzer bağlar kurabilmek, o topraklara basıyor olmak ya da oranın kendine has bir ruhu olması vs. neden bilemiyorum ama )

Ajlun Kalesi
Ajlun Kalesi'nin girişi





















Aynı gün Ürdün yemeklerini de tatma fırsatımız oldu. Biladü'ş-Şam'ın yemek kültürü hemen hemen aynı. Türkiye'de ilk önce Lübnan yemekleri olarak tanımaya başladığımız ama şimdilerde Suriyeli lokantalarının da açılmaya başlamasıyla daha çok yaygınlaşan yemekler yani. Genelde nohuttan yapılan, humus, falafel vb. ve bizim alışık olduğumuz kebap türleri.

Biz Şam derken Suriye'nin başkentini kastediyoruz ama oraya Dimeşk (ing: Damascus) diyorlar. Şam yani Biladü'ş-Şam (Şam Devletleri) Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin bölgesinden oluşuyor. Bu bölgenin yemekleri ve kültürü aynı. Arapça öğrenirken dil fusha (akademik diyebiliriz) ve ammice (halk arasında konuşulan dil) diye ikiye ayrılıyor. Yani gramer kuralları  vs. fusha ile alakalı, diğeri bulunduğu bölgede, zaman içinde dilin toplum içinde basitleşmesiyle alakalı ve bu her Arap ülkesinde birbirinden farklıyken, Biladü'ş-Şam'da aynı.



Ürdün'de çöl iklimi hakim olduğu için albenili bir doğaya şahitlik edemiyorsunuz. Toprak kuru ve bazı yerlerde havada toz bulutu görmemiz çok olası bir şey. Temizlediğimiz yer birkaç gün geçmeden hiç dokunulmamış gibi oluyor. Bunun yanında altyapı ve su problemleri var. Altyapı çok hassas ve suyu apartman depolarına dolduruyorlar. Tabi böyle şeyler günlük hayattaki alışkanlıkları da ona göre etkiliyor.

Gündüzleri kuru ve çok sıcak olan hava akşamları yerini serinliğe bırakıyor. Onun da etkisiyle Ramazan'da hayat iftardan sonra sahura kadar canlı oluyor. İnsanlar ışıklarla apartmanlarını vs süslüyorlar, o anlamda gayet güzel bir atmosfer var.

Bu ekmeklerden üç-dört tanesi 45 kuruş (=~2TL)
Ya da 25'li krep 50 kuruş. 1Dinar=4TL

Su gibi sıkıntılı meselelerdeyse devlet desteği var. Su sınırlı ama ödenen miktar da sınırlı ve makul. Ekmek için un Amerika'dan geliyor ve devlet desteği olduğu için epey ucuz. Aynı şekilde buradan petrol çıkmamasına rağmen, o da epey ucuz.

Bu konuların dışındaysa ekonomik olarak kendi kendilerine  yetiyorlar sanki, yani farklı devletlerden birçok Arap burada yaşıyor ve şu anda bu coğrafyanın en iyilerinden birisi olduğu söyleniyor. Bunun dışındaysa mülteci problemi yaşıyorlar. Ülke nüfusu 8 milyona yakınken, 500 binden fazlası mülteci, nüfusa oranları epey fazla. Bunun yanında Suriyeli'ler buradaki ilk mülteciler değiller. 68'den beri buraya Filistinli mülteciler de gelmişler. Ürdün'ün gerçek yerlileri nüfusun yüzde otuzunu falan oluşturuyor, yalnız bu oran sadece mültecilerle alakalı değil, burada bulunmaları epey eski tarihlere dayanan nüfusun oranı. Burada nüfusun büyük çoğunluğu bir aşirete mensup ve aşiretler aktifmiş.

Şehir merkezinde, Mescid-i Hüseyin

Turizmin Ürdün'ün önemli gelir kaynaklarından biri olduğu söyleniyor. Birçok şey turist odaklı, hemen hemen her dükkanın adı İngilizce de yazıyor. Aynı zamanda şimdiye kadar gördüğüme ve duyduğuma göre insanlar epey samimi. Doğal olarak İngilizce bilen nüfus oranı da yüksek, mesela taksicinin sizinle İngilizce konuşması çok olası. Aynı zamanda ilkokuldan itibaren tamamen İngilizce eğitim veren okullar mevcut.

Şehir çok büyük gerçekten.
Amman nüfusun yarısını taşıyan bir başkent olduğu için Ankara gibi bir şehirle karşılaştırılabilir. Şehir hayatı bizimkinden epey farklı. Akşam çıkalım, bir yerlerde yürüyüş yapalım gibi bir düşünce ya da buna uygun bir ortam yok. Kendine has bir kimliği olan bir iki cadde var mesela Şeria (Cadde) Rainbow gibi batılı tarzda ama bizim için çok tatmin edici değil.

Amman'da trafik büyük problem
Burada bütün apartmanlar aynı renk, özel bir taşla kaplılar. Bu yasal bir zorunluluk.
Evler ayrı ayrı güzel görünüyorlar ama bütüne bakınca aynı şeyi göremiyorsunuz.

Nargile kafeler dışında, özellikle daha çok gençlere hitap eden pek bir sosyalleşme ortamı göremedik henüz ama bunun yanında en çok dikkatimi çeken şeylerden bir diğeri de semt pazarı diye bir şeyle hiç karşılaşmamış olmam. Sorduğum bir iki kişi de zaten öyle bir şeyin olmadığını söylemişti.

Bu arada hafta bize göre pazar günü başlıyor ve perşembe günü bitiyor. Yani burada p.tesi sendromu yok ;))

Burada ay daha mı yakın ne;)

*Fotoğrafları telefonla çektiğim için, çok kaliteli değil maalesef

Son olarak burada Ramazan ayını 30'a tamamlıyoruz :) Yani bize bugünde Ramazan, yarın bayram:)

Bu duruma dinlediklerime göre yorumum şöyle; Bize göre herhangi bir yerde hilalin görünmesi sonraki günün bayram olması için yeterli, dolayısıyla biz teknolojiye göre değerlendiriyoruz ve 29. günde hilal Güney Amerika'da da görünüyorsa sonraki günün bayram olması için yeterli. Dolayısıyla bu uzun zaman öncesinden bilinebiliyor. Araplarsa kendi bulundukları yerden görünmesine göre bunu belirliyorlar. Bu yüzden bayram 29. günde belli oluyor. yani o gün ikindi vakti hilali gördülerse sonraki gün bayram, göremedilerse sonraki gün oruç, bir sonraki gün bayram oluyor. Ben şahsen bu farklılıkta nasıl bir problem var anlamadım. İkisi de hoş. Bizimkisi teknolojiye riayet ediyor, Araplarınkindeyse bir doğayla iç içelik, asıl referans noktasıyla doğrudan bir bağ var.