27 Temmuz 2015 Pazartesi

İç ses.

Saat on bir, canım sıkkın. Düşünmeyi bırakayım en iyisi...
Hmm.
Haberlerde görünce aklıma geldi. Şenol Güneş güzel adam bence.
Nereye gitse başarılı olsun isterdim herhalde. Beşiktaş'la başarılı olması güzel olur mesela. Fenerbahçe bile olsa isterdim belki. Ama FB'ye gidecek adam değil bence. Bir şey olduğundan değil, öyle hissediyorum sadece. 
Kime gider deseler Bjk derdim zaten. Güzel adamlar hep Beşiktaşlı. Tarık Tufan mesela. Güzel kızlar FB'li diyorlar. Bir tane biliyorum öyle.
Galatasaraylı diye bilinen? Kimse yok, bir ben. 25 milyon yalnız.
Hmm. Şimdi edebiyat yapıcam diye 25 milyon tek yüreği mi şe'yaptım acaba?
Buradan aykırılık vurgulamak niyetim.
Öyle seviyorum. Yalnızlık pahasına! Sonra biraz koyuyor ama olsun. Bir bu değil. Mesela herkes Ronaldinho diye çıldırırken ben Henry'nin her maçını izler, tartışma oldu mu altta bırakmazdım. Herkes Barça derken ben finalde Arsenal'ı tutmuştum. Messi diyorlarya bence Ronaldo. Maradona derlerken benim için Zidane mesela, adam deyince Cantona.

Şimdi edebiyat yapıcam diye de Galatasaray'ı harcadım ya. Babam da kardeşimle biz mutlu olalım diye Trabzonspor değil Gs kazansın derdi mesela.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

bir film listesi


Öncelikle şunu söylemeliyim ki, internette yüzlerce, her türden film listesi mevcut ama ben yine de benim film zevkimi yansıtan filmlerden oluşan kısa bir liste hazırlamak istedim. Filmlerin ortak noktası benim birkaç arkadaşla oturduğum zaman bahsetmekten hoşlandığım, yani bir şekilde bende kalıcı bir zevk bırakmış filmler olmaları. Onun dışında genel olarak ben sinema perdesinin karşısına geçtiğimde ya da ekran başındayken izlediğim şeyin başka bir yerlerde olmuş ya da oluyorlarmış gibi olmasını severim. Yani buradaki filmler gerçeklerle öyle bir ilişki içerisinde oldukları için ve bu gerçekliği belgesel gibi değil de şiirsel bir havayla aktarabildikleri için bu listede oldular.


The Darjeeling Limited

İlk olarak The Darjeeling Limited ile başlamalıyım sanırım. Aslında filmlerin arasında bir sıralama yapmadım ama aklıma ilk gelen bu filmdi. Wes Anderson sanıyorum en sevdiğim yönetmen. Bu da 2007'de gösterime giren filmi. Genelde bu film W.A. severlerin en favori filmi olmuyorlar ama benim için öyle.
TDL, araları pek iyi olmayan üç kardeşin babalarının ölümünde bir yıl sonra birlikte Hindistan'a doğru çıktıkları tren yolculuğunu anlatıyor. Aslında bunlar imdb'de karşınıza çıkan ilk şeyler olduğu için bahsetmeme gerek yok ama yine de söyliyim, başrollerde de Owen Wilson, Adrien Brody, Jason Schwartzman oynuyor. Wes Anderson'un neredeyse bütün filmlerinde aynı oyuncu kadrosu var, aynı kişilerle çalışmayı seviyor ve zamanla bu da bir bağ oluşturuyor sanırım. Bu oyuncular, oyunculuklar, yönetmen ve böyle bir konu bir araya geldiği zaman benim için favori bir film olması da kaçınılmazdı zaten. Ben treni ve yol filmlerini seven birisi olarak, bu filmi her daim baş köşeye koyuyorum. W.A. nın anlatımı, hikayedeki ilerleme ve koyduğum resimde de bir örneği görülebilen sembolik anlamlar benim için bu filmi iyi yapan şeyler.

West Beirut 

West Beirut 75'te başlayan Lübnan iç savaşından bahseden 98'de gösterime girmiş bir film. Konu hakkında az çok okumuşluğunuz ya da bilginiz varsa zaten neden etkileyici olduğunu hemen anlarsınız. Onun dışında filmi iyi yapan şey, Lübnanlılar için aslında Doğu-Batı Beyrut diye bir şeyin olmadığını bilerek ve bunu asıl konu edinerek işlenmesi. Ne kadar filmin adı Batı Beyrut da olsa, bu hikayenin bir çıkış noktası. Yani aslında nasıl o oldu, ya da neden o değil gibi sorularla ismin de başka bir anlamı var. Belgesel kadar kuvvetli bir biçimde gerçeklere değinen ve bunu harika bir hikaye halinde sunan filme ne kadar hayran olunsa ve hem yönetmeni hem de senaristi Ziad Doueri'ye de ne kadar teşekkür edilse az.
Filmin başrolünde oynayan çocuklar da gerçekten alınıp da oraya konmuşlar kadar etkileyici bir performans göstermişler.
Ayrıca bu filmden ve konudan etkilenecek olursanız, West Beirut'la ilişkisi olmayan, ama tarihsel olarak devam filmi niyetine, Incendies'i de izleyebilirsiniz.

Inside Llewyn Davis

Wes Anderson'dan sonra Coen Karderşlerin filmlerini de bir o kadar sevdiğimi söyleyebilirim. Ancak içlerinden Inside LLewin Davis'in bende bıraktığı etki, adından da anlaşılabilir, aklımda bir şarkı gibi duruyor.  2012 yapımı ve burada bahsettiklerim arasında sinemada izlediğim iki filmden birisi. Bu film 60'ların Amerika'sından bir kesiti alıp işte o günler böyleydi diyor. Tabi her anlatının olaya yaklaştığı bir nokta olduğu için, bu da müzik piyasası açısından diyebiliriz. Ama oradan bakınca da müzikle, dramın bir arada bulunduğu bu film bize şarkı gibi geliyor.
Başrolde LLewin Davis'i Oscar Isac oynuyor. Bunun yanında genel olarak sevdiğim filmlere baktığım zaman hep beni başka yerlerde de etkilemiş bir karakter olduğunu görüyorum. Mesela burada da, başrolde olmasa da, Tracks'de de oynayan Adam Driver var. Ayrıca filmde Justin Timberlake, John Goodman da oynuyor. Özellikle John Goodman'ın oynadığı sahneler çok fazla olmamasına rağmen çok değerli, çünkü aslında onlar filmi 60'lardan bir kesit haline getiriyor. Mesela Jack Kerouc'ın kitabı On the Road'u okuduğum sıralarda izlediğim bu filmde, beat kuşağının kurucularından birilerini görünce filme başka bir şekilde tutulmuştum. Burada devreye Johnny Five karakteriyle Neal Cassidy giriyor ve kendimi spoiler vermekten alıkoymak için bunu burada kesiyorum.

Tracks

Film Avustralyalı yazar Robyn Davidson'ın 77'de Avustralya çöllerinde bir köpeği ve birkaç deveyle yaptığı yaklaşık 3000 kilometrelik solo yolculuğu anlatıyor. Filmde de gerçek ismiyle Robyn'i Mia Wasikowska, ve bence çok başarılı bir şekilde, oynuyor. Adam Driver da Robyn'i fotoğraflayan ve dolayısıyla ona maddi destek sağlayan National Geographic fotoğrafçısını oynuyor.
Film Robyn'in yolculuğa çıkma sebebini ve hazırlık sürecini anlatarak başlarken ,yolda gördüğümüz muazzam görüntüler bizi bir yandan da hayal dünyasına çekiyor. Daha önce de söylediğim gibi, yol filmi olması benim için etkileyici bir unsurken, bunun gerçek ve sıra dışı bir hikaye olması da görselliğiyle birlikte beni etkileyen bir başka nokta.
Bu, film-kitap ilişkisi kuvvetli bir film olduğu için belki sonra da kitabını okumak istersiniz ancak, onu ingilizce okumanız gerekebilir. Çünkü kitabın Türkçe çevirisi yok.


Djeca (Çocuklar)

Bu film de bu listedekiler arasında sinemada izlediğim ikinci film. Boşnak yönetmek Aida Begic'in malum savaştan sonra Bosna'da hayatın nasıl devam ettiğine dair bu filmi de bende etkisini kaybetmemiş filmlerden birisi.
Film savaş sırasında yetim kalmış bir kadın olan Rahima'nın bir taraftan çalışmaya, bir taraftan da kardeşini koruyup, gözetmeye çalışmasını anlatıyor. Rahima kardeşini yasadışı işler yapan çocuklardan koruyup, okula göndermeye çalışırken, bu sırada günlük hayatın önlerine çıkardığı engellerle, sıkıntılarla da boğuşmak zorunda kalıyor.
Filmin kamera açıları ve son sahnesiyle birlikte, hikayenin vurgusu ve akışı beni en çok etkileyen noktaları.
Açıkçası birçok dünya sinemasıyla alakalı filme dvd olarak ya da internetten ulaşabilirken, Aida Begic'in filmlerine ulaşamamak üzücü. Yani benim kişisel çabalarım sonuçsuz kaldı. Bu filmi de sanırım Filmekimi'nde izlemiştim.




Seni seviyorum Rio & Havana'da yedi gün

Bu iki film kısa filmlerden oluşan antolojik filmler. Yani şöyle ki, yedi yönetmen Havana hakkında bir günlük filmler çekiyorlar ve sonra bunlar bir araya getirilip Havana'da yedi gün oluyor. Rio için olan da benzer şekilde bir araya getirilmiş filmler. Bu filmler aslında bir üçlemenin iki parçası. Ortak noktaları ise, çekildikleri bölgeyi tanıtan filmler olmaları. Şahsen fikir olarak bu tarz filmleri çok seviyorum. Bunlara benzer ama kısa filmlerden oluşmayan bir başka filmse In Brugge, hikayede devamlılık, ya da başka bir şekilde tek bir senaryo üzerine kurulmuş benzer felsefede bir film olarak da bunu söyleyebilirim. Bahsettiğim iki filmi düşünürken onlar hakkında aklıma gelenler aslında pek de hikayeleri değil, bahsettiğim bu ortak özellikleri. Dolayısıya bunların burada durma sebepleri çok iyi hikayeler ya da eserler olmaktan ziyade, fikir olarak iyi olmaları.