Bu yıl blogda her ay bir yönetmenin dört ya da beş filmini
izleyip, hakkında genel bir yazı yazmak istiyorum. Yani niyetim bu yönde. İnşallah bunu yapabilirim ve güzel olurlar.
Hakkında yazmak istediğim yönetmenler muhtemelen en çok bilinen, sevilen yönetmenler olmayacaklar ama kimsenin adının duymadığı birilerini yazmak niyetinde de değilim.
İzleme listemde birkaç filmi olduğu için bu seriye Tony Gatlif'le başlamaya karar verdim.
Şahsen kendisini ilk defa geçen yıl Geronimo adlı filmiyle
tanıdım.
Aslında 1975’ten beri çektiği belki bir düzineden fazla filmi var ve Türkiye’deki festivallere de katılmış, ders vermiş bir sanatçı. Dolayısıyla birçoğunuz kendisini eskiden beri tanıyor olabilir ama ben bu yazıda onu yeni tanımış birisi olarak kendisi ve filmleri hakkında bir şeyler yazmaya çalışacağım.
Aslında 1975’ten beri çektiği belki bir düzineden fazla filmi var ve Türkiye’deki festivallere de katılmış, ders vermiş bir sanatçı. Dolayısıyla birçoğunuz kendisini eskiden beri tanıyor olabilir ama ben bu yazıda onu yeni tanımış birisi olarak kendisi ve filmleri hakkında bir şeyler yazmaya çalışacağım.
Gatlif Cezayir’de doğmuş 13 yaşında da Fransa’ya gitmiş bir
yönetmen. Aslında aynı zamanda, senarist, yapımcı ve müzisyen de. Filmlerini
izledikten sonraysa sanatçı sıfatını gerçekten hak ettiğini düşündüğüm bir
adam.
Tony Gatlif’in filmlerinde ön plana çıkan ortak özellikler yoğun müzik, yol/göç ve Çingeneler. Bunlara ek olarak oyuncu
seçimlerinin de çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Her filminde Çingenelerin esas hikaye ya da hikayenin bir kısmında olduğu, bu sırada uzun yol
sahnelerinin ve güzel müziklerin ve dansın tadına doyduğunuz filmler yapıyor Gatlif. Bambaşka
insanların, yer yer bir kültürün günlük hayatına dair, yaşayış biçimine dair
sahneler, yer yer de dramatik olaylar ya da ruhumuza dokunan başka şeyler var.
Filmlerinde dikkatimi çeken bir başka konuysa akıcılık. Bu yönü en sevdiğim özelliği olabilir. Nitekim insanı baştan alıp götüren, nasıl bittiğini anlamadığım filmler arayışında biri olmaktan ziyade, hikayenin tılsımını bozmadan, bütün olağanlığıyla her anını fark ettiğim, hikayenin zenginlikler barındırdığı filmleri severim. Gatlif'in filmleri de böyle. Size zamanı unutturmuyor izlerken, bazen durup dururken bambaşka bir olay izlemeye başlıyorsunuz, bu akıcılığı değiştirmiyor ama size nerede olduğunuzu hatırlatıyor. Bu sinema ve anlatım adına iyi bir şey.
Tabi ki doğal olarak filmlerin eleştiri hak eden noktaları
da az değil. Benim için filme dahil olan bir konu varsa, bu bir iki sahnelik bir
şey olsa bile önemli. Mesela bir ulus hakkında yanlış bilgi, ön yargılı bakış
açısı ya da işlenen bir olayın doğru yansıtılmaması, iyi çalışılmamış olması
büyük problemler. Özellikle de sonuncusu. Mesela filmde bir ibadet sahnesi var ve bu doğru dürüst çekilmemişse yönetmenin o sırada ne anlattığın kıymeti kalmadığı, ona
odaklanamadığım gibi bu filmin geneli hakkındaki düşüncemi de doğrudan etkiler.
Bir topluluğun günlük hayatını yansıtıyorsanız bunu iyi bilmeniz gerekir.
Gatlif bu konuda diğerleri için Çingeneler hakkında olduğu kadar iyi değil. Buna daha sonra
döneceğiz.
İnternetteki yorumlardan anladığım kadarıyla sevilen birçok
filmi var Gatlif’in fakat ben 2000 sonrası çektiği filmlerinden dördünü izledim.
Geronimo 2014
Geronimo yönetmenin izlediğim ilk filmi. Bu filmi izlediğim
sırada böyle bir yazı yazmayı düşünmüyordum doğrusu ama yine de bu filmde de
bahsettiğim yönetmenin filmlerinin karakteristik özellikleri hakkında bir
şeyler söyleyebilirim.
Filmde bir Türk ailesi, düğünden kaçmış bir gelin ve bu
sebepten ortaya çıkan bir töre meselesi anlatılmaya çalışılmış. Doğrusunu
söylemek gerekirse film boyunca farklı tarzda bir yönetmenin filmini izlediğimi
düşünerek her şeyi anlamlandırmaya, olduğu gibi düşünmeye çalıştım ama film
bittiğinde anlamsız bir biçimde ilerlemiş, epey eksik bir hikaye olduğunu
gördüm. Ayrıca bahsettiğim filmlerindeki ortak özellik olan akıcılık da bu
filmde maalesef yoktu.
Ayrıca filmin sosyolojik gerçeklerle pek doğru bir ilişkisi olduğunu söylemek zor. Aslında Gatlif'in birçok filminde görülebilecek ortak bir hatasından bahsetmek gerekirse o da bu herhalde. Genelde basit hataların üzerine işlenen hikayelerle ya da olaylar silsilesiyle karşılaşıyorsunuz.
Ayrıca filmin sosyolojik gerçeklerle pek doğru bir ilişkisi olduğunu söylemek zor. Aslında Gatlif'in birçok filminde görülebilecek ortak bir hatasından bahsetmek gerekirse o da bu herhalde. Genelde basit hataların üzerine işlenen hikayelerle ya da olaylar silsilesiyle karşılaşıyorsunuz.
Bu filmi izledikten sonra olumlu olarak düşündüğüm tek şey oyunculardı.
İnternetten oyuncuların başka hangi filmlerde oynadıklarına falan baktım hemen, Aslında çok da ünlü, bir sürü filmde oynamış oyuncular değiller ama iyilerdi.
Bunun dışında filmin tam oturmamış bir hikayesi ve karakterlerin gerçekçilik
problemi öne çıkıyordu.
Swing 2001
Gatlif bu filmde Max ve Swing isimli iki çocuğun bir yaz
tatili boyunca arkadaşlıklarını konu almış. Bu iki çocuğa eşlik eden bir
müzisyenle birlikte yine müzik yoğunluklu, yakın plan çekimlerin oldukça bol
olduğu bir film Swing.
Filmin yoğunlaştığı nokta arkadaşlık olmasıyla birlikte
finaline yüklenmiş bolca anlam yüklü sahne ve yönetmenin her filminde bulunan
unsurlar kendini gösteriyor. Bunun yanında yer yer kopukluklar olsa da bu akıcılığı pek
etkilemiyor ama filmin anlattığı konu hakkında yeterince derinleşebildiğini söyleyemem.
Filmin hikayeden koptuğu yerler var demişken, sanırım bu biraz
da Gatlif’in anlatım tarzı diyebiliriz. Yani bunu bazı yerlerde bilinçli olarak
yaptığı da izledikten sonra anlaşılabiliyor.
Nihayetinde izlenilesi bir film Swing. Hele filmlerde iyi
müzikler duymayı seviyorsanız bu film sizin için tadından yenmeyen bir film olabilir.
Türkçe’ye Sürgündekiler adıyla çevrilmiş.
Bu filmin konusunun
önüne geçen iki şey var benim için. Bir müstehcenlik, iki yanlış bilgiler
üzerine inşa edilmiş bir eserin sanatsal değeri.
Zano ve Naima adlı iki Fransız sevgilinin geçmişlerini
öğrenmek, dedelerinin yaşadığı yerleri görmek için İspanya üzerinden Cezayir’e gidişini
ve sonrasını izliyoruz filmde.
Yolda yine çingenelerle ya da ters istikamette göç edenlerle
karşılaşıyoruz.
Bir yol filmi olmasıyla izlenebilirliğini sürekli ayakta
tutuyor. Bunun yanında anlatım yöntemi ve anlatılanlar açısından epey ciddi bir
eleştiriyi hak ediyor. Bu filmdeki dans sahneleri, ikili ilişkiler diğer
filmlerdeki gibi başarılı değiller. Bunun yanında filmin başının da bir beş dakikayı izlemeden
ileri sarmanıza sebep olması cabası.
Bu konuda sadece Gatlif’in filminden bahsetmek yerine daha geniş bir
eleştiri yapmak gerekirse, çıplaklık üzerinden yapılan anlatımlar işin kolayına
kaçmaktan başka bir şey değil bence. Ve ben bu sahneleri çok ucuz bulduğum
için izlemeden ileri sarmaktan şüphe etmiyorum.
İkinci konuya gelecek olursak, aynı anda farklı yönlere
giden insanlar üzerinden ciddi bir mesaj veriyor aslında ama bu sırada dikkat
çeken ve filmin tamamen önüne geçen şeyler var. Bunda yönetmenin umursamazlığı
ya da hitap ettiği kitleyi farklı bir şekilde tanımlaması gibi durumlar söz
konusu mu bilmiyorum ama kolayca öğrenilebilecek konuların filmlerden yanlış
işlenmesi, hele hele yarım saatten fazla bir süren bir kısmın bu yanlışlık
üzerine kurulması filmi tamamen anlamsızlaştıran bir durum. Mesela, namazın
son oturuşunda Fatiha okuyan, onu da yanlış okuyan birini uzun uzun izlemek bir
işkence ya da kadınların sema dönerek kendilerinden geçmesi ve sonra tütsüye
(ironi) tapar gibi hareket etmeleri bambaşka bir durum.
Aslında filmde bunu eleştirdiğini düşünebileceğiniz bir sahne de olmasına rağmen oryantalist bakış açısı bu sevgililer Cezayir'e girdiği andan itibaren filmin önüne geçiyor.
Aslında filmde bunu eleştirdiğini düşünebileceğiniz bir sahne de olmasına rağmen oryantalist bakış açısı bu sevgililer Cezayir'e girdiği andan itibaren filmin önüne geçiyor.
Sonuç olarak bu filmi izlemekle pek de vakit kaybetmenize
gerek yok deyip konuyu kapatıyorum.
Gatlif’in Göçebe çingenelerin ikinci dünya savaşı sırasında
yaşam koşullarının nasıl değiştiğini ve aslında bu savaşta çingenelerin de
başına gelen çok şey olduğunu anlattığı filmi bu. İzlediklerim arasında en
iyi filmi ayrıca.
Fransa’ya girmeye çalışan küçük bir göçebe topluluk ve
bunların karşılaştıkları sorunları, gündelik hayatlarını, iyileri, kötüleri,
savaşın neleri getirip, götürdüğünü yeri geldiğinde bir asker, yeri geldiğinde
annesi, babası yanından ayrılmış ve bir daha dönmemiş bir çocuğun onları arayışı
üzerinden anlatıyor bu film.
Çingeneler yine gittikleri yere müziklerini taşırken, başlarına gelenler onları kendileri olmaktan nasıl alıkoyamadığına da şahit oluyoruz bu filmle.
Film aslında hazin bir sonu anlatırken bize o sonu göstermek, onu hikayenin merkezine yerleştirmek yerine, bu sonu yaşayacak olanları, bu sondan hemen öncesini anlatıyor finaline kadar ve sonra o hazin sonu söylediğinde, bütün anlatımlardan daha öte bir şekilde bu durumu gözlerimizin önüne seriyor film. Ayrıca bu yönetmenin böylesine acıklı bir meseleyi hiçbir şekilde ajite etmeden anlatmasını da sağlamış oluyor.
Sonuç olarak söylemek gerekirse eğer bu filmlerden tek bir
tanesini izlemek isterseniz, bence o film bu film olmalı.