Fotoğraflar için buradan
İlk yazıyı okumak için: Likya Yolu'nda birkaç gün
İkinci yazıyı okumak için: Likya Yolu'nda birkaç gün-2
Sabah kıyıya vuran dalgaların sesiyle uyandık. Kalan yiyeceklerimizi çıkarıp yedikten sonra toplanıp yola koyulduk. Hiç içecek suyumuz kalmamıştı. Yakın bir yerde su bulabileceğimizi düşünüyorduk, nitekim bir kilometre falan yürüdükten sonra Karadere’ye gelmiştik. Bulduğumuz pansiyon pek rağbet gören bir yere benzemiyordu ve biz de tarzından pek hoşlanmadık, zaten artık şehre geldiğimiz için biraz daha devam edelim dedik. Ardından bir on beş dakika kadar yürüdük, güneş son derece yakıcıydı ve yolun sağında solunda seralar olduğu için ağaç falan da yoktu. Sıcağın altında bir süre yürüdükten sonra, sokağın tam karşısındaki evin bahçe kapısından girip, selam verip, su istedik. Kendileri de seracılıkla uğraşıyorlarmış ve evlerinde su yokmuş, tankerle getiriyorlarmış ama tankerden sularımızı doldurabileceğimizi söylediler. Biz de çevrede başka bir yer göremediğimiz için sularımızdan bir ikisini doldurduk. O sırada kahvaltı yapıyorlardı. Bizi de davet ettiler. Bir taraftan yok sağ olun derken içimizden ne nasipli adamlarız deyip şükrediyorduk sanırım. İki üç defa rahatsızlık vermeyelim dedikten sonra ısrarlarına dayanamayıp kahvaltı masasına oturduk. Akdeniz insanı hep birbirine benziyor. Bunu benden önce arkadaşlarım fark etti. Bu eve geldiğimizde ben de aynı
İlk yazıyı okumak için: Likya Yolu'nda birkaç gün
İkinci yazıyı okumak için: Likya Yolu'nda birkaç gün-2
Sabah kıyıya vuran dalgaların sesiyle uyandık. Kalan yiyeceklerimizi çıkarıp yedikten sonra toplanıp yola koyulduk. Hiç içecek suyumuz kalmamıştı. Yakın bir yerde su bulabileceğimizi düşünüyorduk, nitekim bir kilometre falan yürüdükten sonra Karadere’ye gelmiştik. Bulduğumuz pansiyon pek rağbet gören bir yere benzemiyordu ve biz de tarzından pek hoşlanmadık, zaten artık şehre geldiğimiz için biraz daha devam edelim dedik. Ardından bir on beş dakika kadar yürüdük, güneş son derece yakıcıydı ve yolun sağında solunda seralar olduğu için ağaç falan da yoktu. Sıcağın altında bir süre yürüdükten sonra, sokağın tam karşısındaki evin bahçe kapısından girip, selam verip, su istedik. Kendileri de seracılıkla uğraşıyorlarmış ve evlerinde su yokmuş, tankerle getiriyorlarmış ama tankerden sularımızı doldurabileceğimizi söylediler. Biz de çevrede başka bir yer göremediğimiz için sularımızdan bir ikisini doldurduk. O sırada kahvaltı yapıyorlardı. Bizi de davet ettiler. Bir taraftan yok sağ olun derken içimizden ne nasipli adamlarız deyip şükrediyorduk sanırım. İki üç defa rahatsızlık vermeyelim dedikten sonra ısrarlarına dayanamayıp kahvaltı masasına oturduk. Akdeniz insanı hep birbirine benziyor. Bunu benden önce arkadaşlarım fark etti. Bu eve geldiğimizde ben de aynı
Bir süre yürüdükten sonra kanyon daralmaya başlıyor |
Bindiğimiz servis Fethiye’ye gidiyordu ve bizi Saklıkent servisinin geçeceği yerde bıraktı. Aynı yerde bir de fırın vardı, biz de iki ekmek alıp, servis gelene kadar domatesleri yemeye başladık. Bir süre sonra servise bindik ve yol yokuş yukarı devam ederken kanyonun nasıl bir şey olduğunu görmeye başladık. Daha önce ilkokul beşinci sınıftayken bu kanyona gelmiştim ama Antalya tarafındandı. Neyse ki en sonunda servisten indik ve kanyona girdik. İki saatimiz vardı, ve kanyon çılgınlar gibi akıyordu. Ayakkabılarımızı bir kenara koyduk, dizlerimizi sıvadık ve içinde ilerlemeye başladık. Su belimize kadar geliyor ve ancak birbirimize tutunarak debisine karşı koyabiliyorduk. Neyse karşı tarafa geçtikten sonra yürümek kolaylaştı ama adım attığımız yerde üç saniyeden fazla durunca ayağının altındaki kum kayıyordu ve garip bir hal almaya başlıyorduk. Derken kameramın kapağını suya düşürdüm ve biraz tedirgin oldum ama yine de insan gittikçe gitmek istiyor daha ilerilerini görmek istiyordu.
Sabahleyin cami ararken girdiğimiz çarşıda fotoğraftaki amcadan başka kimse yoktu |
Burada bireysel olarak çok ilginç bir olay yaşadım. Yattıktan sonra birkaç saat geçmiş olacak ki uykum derindi ve olaya erken uyanamadım. Bir an gözlerimi açtım ve başım ağrıyor muydu yoksa son derece uyuşmuş muydu anlamaya çalışırken kafama sert bir darbe aldım. Bir an içimden n’oluyor derken, dışarıya çıt çıkarmıyordum. Gece gece biri soymaya mı gelmişti, dövmeye mi? Yoksa bekçi miydi vuran ya da sarhoşun biri mi gelmişti derken iki tane daha darbe yedim. Sanki biri beyzbol sopasını almış kafama vuruyordu derken bir anlık cesaretle heey n’oluyor dedim ve kafamı çadırdan dışarı çıkardığımda gördüğüm bir kediydi. Evet sadece bir kedi. Bir kedi nasıl böyle bir şeyi yapabilirdi. Ama bir düşününce trafoya girip, koca bir memleketin seçimlerine tesir edebilen bir kedi n’için böyle bir şeyi yapamıcaktı. Bir cesaret bulmuş, uyurken çadırın köşesine dayadığım kafama tekmeler indirmeye başlamıştı. Belki de bayıltıp beni yemeyi planlıyordu. O kadar aç mıydı? Önemli olan soru bu. Yanımızda ki restorana niye gitmedi? Neyse ki artık geçmişti. Biraz sonra sabah oldu ve
Geceleyecek yer ararken sağımızda kalan liman. |
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder